3 Kasım 2011 Perşembe

kayıp zaferlerin koruyucusu

çocuktuk, 'hep çocuk kal' diyen yaşlı teyzelere şaşkın gözlerle bakar, sümüğümüzü silerdik kazaklarımıza. Sonra da köşe başında durur, virajdan sokağımıza dönen arabalarla hayatımızın en amaçsız ama en keyifli oyununu oynardık.

'gelen araba benim.'
'yok lan eski bu. bir dahaki benim olsun.'

nah! eski araba verecekler de sen 'sağol abi yenisini bekliyorum' diyeceksin. nah!

hayallerimiz tam da o sokağın köşesinde başladı zaten. zengin komşu çocuğuyla oynamaktan olsa gerek, hayallerimiz de zenginlere layık olma zorunluluğuyla beslendi. kesmezdi bizi ucuz araba, ucuz bisiklet, ucuz çiklet.

yerde 5 milyon bulmuştum bir akşam. bisikletle polis arabasından daha hızlı gideceğime inanıp, 'ızgara-tekerlek-paralel' kavramını dibine kadar hazmedip, 'ani uçuşa geçiş-ikili salto üçlü burgu' atlayışımı tamamladıktan sonra kanayan dizimin acısıyla anneden kaçarken.
5 milyon! boru mu? boruymuş. mahalledeki arkadaşlarıma dondurma ısmarlayıp yine bisiklete bindim işte.
nerede zengin hayaller kuran zengin komşu kızı, nerede ben. haydi bu problemdeki saf çocuğu bulup ağzının ortasına vuralım.

büyüdükçe kazağıma sümüğümü silmeyi bıraktım ama yaşlı teyzelerin dediğini unutamadım. 'hep çocuk kal.' bu şunu demeye benziyor; 'kendine iyi bak' ya da dur daha iyisi var; 'tadını çıkar'.
hangi birini hangi elimde tutayım? hangisini nereye gömeyim? hangisi için ne eyleme geçeyim?

hep çocuk kalırsam 'biraz büyü artık kaç yaşına geldin hala çocuk gibisin' diyen teyzelere ne diyeceğim? 'kendine iyi bak' diyen dostumun yüzüne bir daha nasıl bakacağım en ufak acıda kendimi yerden yere vururken? en güzel anlarımda zaten aklım başımda değilken, ben benden gitmişken oturup nasıl bileceğim kıymetini? hayat buna bir şey yapsın!

herşeyin zamanı var değil mi? kim ayarlıyor bu zamanları?

'haydi bakalım şimdi ağlama vakti beyler bayanlar kapatıyoruz kitapları, hey sen bırak o kaşığı katıl bize!'

tamam böyle değilsin. istediğin gibi yaşa sen, hay bin yaşa. aklına geleni de yaparsın zaten. helal. ama işte orada da çocuk yanın gidiyor ki. reşitsin işte. vurup kapıyı çıkıyorsun, bara giriyorsun, yine büyüksün gördüm kimliğini kapıda. sonra dostlarınla bir araya geliyorsun, iş toplantıların var, önemli birisin artık. telefon faturanı ödüyorsun. yakaladım, senin üzerine fatura. buluşmalarda kendinden geçmeye başlıyorsun, okuduğun kitaplardan dinlediğin müziklere. bu çocuk yüreğine ne zaman sığdırdın bunca anıyı. ah bir de ilşkiler hakkında akıl vermeye de başladın. yuh! nerede benim dondurmam!

'en sevdiğim kitap bok anladın mı bok! okumuyorum ben kitap. dondurma yicem ben!'
al sana çocuk.

e sen ne yaptın? maskeni taktın ortama girdiğin anda. görmüş geçirmiş, hayatın sillesini yemiş 'sen', en cıvık zamanlarında kuş dilinde konuşan düşler ülkesinin yüce pren(se)si, ortama girince 'adam' olup çıktın.
bu muydu yıllardır hayalini kurduğun? 'sen' olmaktan çıkmak, hiç bilmediğin, tanımadığın birine dönüşmek..gerçek 'sen' ve 'maskeli balo insancığı'n arasında seçim yaptın ve sonuç bu mu çıktı?
yıllarca bunu mu büyüttün çocuk diye, bunu mu kirlettin? o en saf 'sen' i, o en 'sen'i bir başkasına benzetmek, bir başkasının gözünde, bir başkasının seçtiği bir başka yaşamı yüceltmek için miydi savaşın? ah sen küçücük kalsaydın hep.

bir daha bir teyze gelip de 'hep çocuk kal' derse ona tatlı diyaloglar hazırladım. içten böyle naif, sımsıcak. 'gel teyzeciğim' diyeceğim ona, 'gel ben sana bir papatya çayı koyayım, sen de başla anlatmaya o sokağın köşesindeki zengin düşlerini. bulduğun 5 milyonu anlat sonra. ha bir de bu hikayedeki saf çocuğu bul ve patlat ağzının tam ortasına.'








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder